GÜNPINAR ALABALIK - DARENDE-MALATYA

Alabalık yemek için 110 kilometre yol gider misiniz? Peki yanında bir de saç kavurma versek? Hele bu işi gürül gürül akan bir suyun kenarında yapsak. Yemekten önce gelen müthiş salatanın suyuna yörenin odun ekmeğini banarak midenizi az sonraki ziyafete hazırlarsak…Malatya’dan özel aracınıza veya şehirlerarası otobüse binip 100 kilometre batıya gidince Darende namıyla ünlü bir kasabaya varırsınız. Üstelik bu bölge Kayseri’ye daha yakındır. Dolayısıyla halkı da ticareti bilir. Buraya gelene kadar yolun yarısındaki Levent Vadisi’ni turlamışsanız bir de Darende’ye gelmeden sağdan yokuşa vurup Somuncu Baba’ya uğradıysanız iyice acıkmışsınızdır. Sofra zamanı gelmiştir.Az gayret, 10 kilometre daha. Darende çıkışından az ileride sola sapak vardır. Buradan içeri doğru vurduğunuzda kendinizi Gündoğan kasabasında bulursunuz. 



Biraz gittikten sonra taaa Kayseri civarından kopup gelen Tohma Çayının bir kolu olan Şuhul Deresinin sesi sizi karşılar. Darende Belediyesi ne iyi etmiş de buraları değerlendirmiş. Derenin aşağılarından şelalenin dibine kadar sosyal bir yaşam alanı hazırlanmış. Ailelerin rahatsız edilmeden oturacağı ahşap kameliyeler dere boyunca uzanıyor. Yine belediye tarafından ortamın görüntüsüne uygun taş ocaklar hazırlanmış mangal için. Kömürünü alan geliyor. Ateşini yakıyor, aşını pişiriyor taşırıyor. Ormanlık alan olduğu için dışarda mangal yakmak yasak ama kalabalık günlerde bunun önüne geçilemiyor.Şelaleye çıkmadan midenizi susturmak için hemen aşağıda, dere kenarındaki lokantaya giriverin. Mangal ateşinde demini almış çayınızı yudumlarken siparişinizi verin. Kendi yetiştirdikleri alabalıklar var. Bir de nefis saç tavaları. Gelmişken hepsini deneyin. Et ile balık uyar mı demeyin. O ortamda ne yeseniz birbirine uyuyor.


Önce çukur tabaklarda bol soğanlı domates salatanız geliyor. Darende fırınlarından odun ateşinde kızarmış ekmeğinizi salata suyunda dinlendirin. 110 kilometrenin ne kadar kısa olduğunu hissedin. Sahibinin söylediğine göre bütün malzeme Darende tarlalarından geliyor. Dereden alınan buz gibi berrak suyu içtikçe içesiniz geliyor. Yemek öncesi bu kadar su içilir mi, iştahımızı kesmesin endişeleri, sofra talan edildikten sonra yok oluyor. Bu arada ekmek sepetinin yarısı bir salata suyuna, bir saç kavurma suyuna batırılarak tükenmiş durumda.


Darende’den gelirken yanımıza peynirli gözleme aldık biraz. Onu da balığa yastık yaptık. Alabalık havuzunun suyu dereden alınan buz gibi su. Soğuk suda balıklar iyice yağlanmış. Izgara ister tabii. Derinin altındaki yağ tabakası ızgaradaki eti bir güzel lezzetlendiriyor. Nar gibi kızarmış balığınızı da yalayıp yuttuktan sonra arkanıza yaslanınca, ağaçlardaki kuşların cıvıltısını ve derenin çağıltısını dinleyin.Sofra arkadaşlarımızdan birisi, balığın derisinin faydalarını sayarken, ben yememeyi tercih ettim. Izgara kömürü ateşinden kararmış derinin nasiplisi bacaklarımıza sürtünerek dolaşan sarman oldu. Çaylarımızı bir güzel höpürdetip şelaleye doğru yola çıktık. Yürüme mesafesi 10 dakika ama ben fotoğraf çekimine dalınca yarım saati buldu. 


Dere suyuna çay müthiş lezzetli. Şelalenin kayalardan süzülürken yarattığı hoş ortamı ince belli bardaklarımızdaki çayla şenlendirirken birden hiç beklemediğim hareketler oldu. Hepimizin önüne birer künefe servis edildi. Anadolu’nun pek çok yerinde kötü künefe deneyimlerim olduğu için ayıp olmasın diye çatalın ucunu değdirdim künefenin kenarına. Gözümü tekrar açtığımda son künefe parçasıyla bakır tabağın dibini sıyırıyordum. Hakkını vermişler künefenin, tavsiye ederim.İki kilometre beriden Hezanlı Dağından kopup gelen Gündoğan Şelalesinin yanından ayrılmak hiç de kolay olmadı. Bu yemyeşil ortama bir daha gelir miyim? Muhtemelen evet. Çünkü bu bölgede görülecek çok yer, dinlenecek çok öykü var.

YAZAN-TADAN : TEOMAN KOZAN

KÜŞLEMECİ MEHMET USTA - GAZİANTEP

Gaziantep son dönemde gurme turizmini en çok yaşayan şehir olunca artık burada gizli saklı mekan kalmaması çok normal. Bu şehirde o kadar fazla gidilecek restoran ve yemek var ki kaç kere giderseniz gidin farklı lezzetler bulabiliyorsunuz. Benim için Halil Usta'nın yer her zaman ayrı ama uzun süredir duyduğum Mehmet Usta'ya da her zaman gitmek istiyordum. Geçenlerde fuar nedeniyle her zaman 200'e sattıkları otel odasını 700'e satmak isteyen otellerin gazabından kaçarak farklı bir yerde kaldık ve bu otel Mehmet Usta'ya yürüme mesafesindeydi. Akşam yemeği için gidip oturunca Mehmet Usta bizi samimi bir şekilde karşıladı ve bunu her müşterisine yaptığını sonradan gördük. Eti bulmak kadar işlemek ve pişirmek de çok önemli. 



Her zaman işinin başında olup tek bir yerde hizmet verirsen kaliteyi de koruyabilirsin. Masaya oturunca Karışık Kebap isteyip arkamıza yaslanıyoruz. Önce kaşık salatası,yeşillikler ve lahmacun ile başlıyoruz. Bu arada kürdana saplı lokum etler de beklerken sıkılımayalım diye baştan ikram ediliyor. Lahmacunu çok beğendim ama kaşık salatası biraz daha bol malzemeli olabilir neyse ikincisini biraz daha fazla domatesli istiyoruz ve bu sorun da çözülüyor. İnsan kaşıkla içine dalmak istiyor o kadar lezzetli. Etlere ise kıyma (simit kebabı biz gittiğimizde bitmişti) ve kuşbaşı ile başlıyoruz. Adana diye bildiğiniz kıyma çok iyi ama kuşbaşı adeta ağızda dağılıyor. 



Etin lezzeti ve kalitesi her halinden belli oluyor ama önemli olan pişirmek. İçi sulu kalırken dışı da tam kıvamında pişmiş olması çok önemli. Mehmet Usta'nın ocakta çalışan ustasını kutluyorum. Bu arada finalde bir sürpriz olacağını söyleyen şefimiz küşlemeleri de masaya getiriyor. Ben küşlemenin baharatsızını severim ama ikisi de çok lezzetliydi. Etin en güzel yerlerinden birisi bana göre küşleme ama bu kadar küşleme çıkar mı derseniz orada kafamda bir soru işareti olmuyor değil. Burada olmaz ama her yerde küşleme yemeyin bence. 



Final ise muhteşem oluyor. Mehmet Usta'nın özel olarak ikram ettiği etin ne olduğunu yedikten sonra öğrendik. Havalı bir şekilde kesilen ve üstüne kekik serpilerek servis edilen et pirzolanın ön kısmından çıkma. Genelde kıyma için ayrılan eti pişirmek her ustanın harcı değil çünkü çok kalın ve içi çiğ kalabilir. Ama lezzeti inanılmaz zaten Mehmet Usta "Hayatınızda böyle et yememişsinizdir" demişti haklıymış.