Geçen bahardan kalma bir hava vardı hanımla İstiklal’e
çıktık. O mağazalara ben İstiklal’in arka sokaklarına fotoğraf çekmeye. Her
seferinde boynum tutuluyor binalara bakmaktan. Neyse uzatmayalım arka
sokaklardan yürüye yürüye Tünel’e ulaştım. Hanımla buluşmaya daha var. Müzik
dükkanlarının vitrinlerini kasap camına yapışan kediler gibi yalanarak ve dahi
yutkunarak (herşey dolar ve euro etiketli) tavaf ettikten sonra karnımın
gurultusu ruhumun açlığı ile buluşup alarm zillerini çalmaya başladı. Galip
Dede Caddesinin İstiklal ile birleştiği yere yakın, Galata Mevlevihanesini geçtikten
hemen sonra kaldırımdaki sokak çalgıcılarının komşusu bir burgerci görüyordum
epeydir. Gelip gittikçe merak da ediyordum hani. Hadi dedim hem de müzikli
burgerci. Vitrindeki “bugüne özel” afişinin hafif mıknatıs etkisini itiraf
etmeliyim.
İçeri girip üst kata çıktım. Eski bina tabi daraşmalı. Ama
güzel dekore etmişler. Sedir tipi masalardan birine kurulup, gelen garsona
vitrindeki bugüne özel menüyü sipariş ettim. Bir de kola. Garson “ etiniz nasıl
pişsin?” sorusu yorumlarına birkaç yıldız ekleyecek. Ben iyi pişmiş severim. Sakin ve temiz havalı bir ortam. Kitabımı açıp sayfalara
daldım. Arada bir servis kağıdının üzerindeki yazılara da gözüm kaydı. Klasik
“değişik birşeyler söyleyelim de ilginç olsun” kaygısıyla hazırlanan reklam
spotları. Sanırım 15 dakika sonra siparişim geldi.
Genellikle bu tarz yemeklerde önce patatese el atarım. Güzel
kızarmış, baharatlı ve iri kesim bir patates kızartmasıydı. Gayet lezzetliydi.
Sonra masada bulunan Hellmans serisi sos kutusuna gözüm ilişti. Baharatlı
patatesin güzel lezzetini bastırsa da sosları denedim. Hardalı hakkını vermiş,
burun gıdıklıyor. Ketçap ve mayonez de kaliteli. Servis kağıdındaki “soğutmadan yiyin” uyarısının
tetiklemesiyle hamburgeri fazla bekletmeyeyim dedim. Hem ekmek hem de köfte
sıcaktı. Bu iyiye işaret. Ekmeği ızgarada kızartmışlar, içine de “cheese”
koymuşlar. Et gayet güzel pişmiş. Köftenin hafif tombik oluşu ısırmayı
zorlaştırsa da annemin köftelerini hatırlatıyor. Kıymayı iri çekmişler. Sanırım
etin lezzetine etki eden unsurlardan birisi bu olmalı. Ekmek ile et arasında
bir dilim eritme peynirinden başka bir şey yok. Bu güzel. Etlerinin lezzetini
birşeylerle örtme ihtiyacı duymamışlar.
Yaklaşık 20 dakikalık yeme eylemini bitirip ağzımı yakmayan
ve garip kokmayan güzel bir ıslak mendille temizlerken kendime şu soruyu
sordum: “pişman mısın?”
Hayır…
Üzerine bir de demleme çay olsaydı ne iyi olurdu.
Aşağı inip 25 TL ödedim. Menüye içecek dahil değilmiş. Alt
kattaki küçük ama temiz tuvaleti de denedim. Uygun fiyatlı ve lezzetli bir menü yedim. Mekan da güzeldi.
Zaten dükkanın yeri turistik ve İstanbul’un en pahalı kiralarına sahip. Hizmet
güzel, ekip güleryüzlü. Çalışan sayısından kaçınmamışlar.
Gelelim olumsuzluklara… Öyle abartılacak bir olumsuzluk yok.
Hepsi hoşgörülebilir. İlki bu hızlı yemekçilerin hepsinde olan
hastalık, insanı elle yemek yemeye zorluyorlar. Yahu sizin evde çatal bıçak yok
muydu kardeşim. Sokakta dolaşan bir adamın elleri ne kadar temiz olabilir.
Hamburger ekmeğini elle tutmak, orama burama sos bulaştırarak yemek yemek pek
hoş değil. Açılan serviste çatal bıçak yoktu. Masada olmayınca ben de
istemedim. Belki istesem verirlerdi.Ben de hamburger ekmeğinin üzerine batırılmış kürdan irisi
bir çubuk ile patateslerimi tükettikten sonra “mecburen” hamburgere ellerimle
daldım.
Diğer konu, hamburger köftesinin ekmekten küçük oluşu.
Yemeğinizin bir yerinde sadece kuru ekmeğe kalıyorsunuz, benden uyarması.
Köftenin ebatlarını kullandıkları ekmeğe göre yapsalar güzel olurdu.
Son konu, her ne kadar uyarmış olsalar da herkes yemeğini
lüp lüp yutmuyor. 20 dakikalık yeme sürecinde doğal olarak et üşüyor. Ama güzel
tarafı et yağlı olmadığı için ( kızartma değil, ızgara olarak pişiriliyor)
üzerinde donuk yağ katmanı oluşmuyor.
Ama ekmek için aynı şeyi söylemek mümkün değil. Zaten ocak
üzerinde kızartıldığı için suyunu yitiren ekmek kısa sürede iyice kuruyor. Son
lokmalarınızı bayat ekmek ısırıyormuş hissiyle bitiriyorsunuz. Ona bir çare
bulurlar belki.
Hamburger ufak boy olsa da kendimi doymuş olarak Galip
Dede’nin Arnavut taşı döşeli yoluna atıyorum.
Peki bir daha gelir miyim?
Gelirim. Diğer menüleri merak ediyorum.
YAZAN-YİYEN: TEOMAN KOZAN
YAZAN-YİYEN: TEOMAN KOZAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder